| | ÖMER SEYFETTİN | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
5414 Moderatör
Mesaj Sayısı : 466 Rep Gücü : 740 Başarı Sistemi : 1 Yaş : 26 Cinsiyet : Kayıt tarihi : 21/06/11 Lakap : ŞUŞU Zodyak : çin astrolojisi : Doğum tarihi : 06/08/97 Nerden : diyarbakır İş/Hobiler : bisiklet sürmek ve kitap okumak Yorum : eger bu iki hobimide iyi birşekilde yaparsam hem elimi iyileştiriyim hemde okumamı
| Konu: ÖMER SEYFETTİN Paz Şub. 26, 2012 4:14 pm | |
| Ömer Seyfettin 1884 yılında Gönen'de (Balıkesir) doğdu. Asker olan Yüzbaşı Ömer Şevki bey'le Fatma hanım'ın ikisi küçük yaşlarda ölen dört çocuğundan birisidir. Öğrenimine Gönen'de bir mahalle mektebinde başladı. Ömer Şevki Bey'in görevinin nakli dolayısıyla Gönen'den ayrılan aile İnebolu ve Ayancık'tan sonra İstanbul'a geldi. Ömer Seyfettin, önce Mekteb-i Osmanî'ye, ardından 1893 ders yılı başında da Askerî Baytar Rüştiyesi'ne kaydedildi. Bu okulu 1896'da tamamlayarak Edirne Askerî İdadîsi'ne devam etti. 1900'de İdadî'yi bitirerek İstanbul'a döndü. Burada Mekteb-i Harbiye-i Şahâne'ye başladı. 1903 yılında Makedonya'da çıkan karışıklık üzerine "Sınıf-ı müstacele" denilen bir hakla imtihansız mezun oldu. Piyade Asteğmeni rütbesiyle, merkezi Selanik'te bulunan Üçüncü Ordu'nun İzmir Redif Tümeni'ne bağlı Kuşadası Redif Taburu'na tayin edildi. 1906'da İzmir Jandarma Okulu'na öğretmen olarak atandı. Bu, Ömer Seyfettin için önemli bir hâdisedir. Zira bu vesileyle İzmir'deki fikrî ve edebî faaliyetleri takip edecek ve bunlar içerisinde yer alan gençlerle tanışacaktır. Nitekim batı kültürünü tanıyan Baha Tevfik'ten Fransızca bilgisini artırmak için teşvik görür. Necip Türkçü'den ise sade Türkçe ve millî bir dille yapılan millî edebiyat konusunda önemli fikirler alır. Ömer Seyfettin Ocak 1909'da Selanik Üçüncü Ordu'da görevlendirilir. Selanik'te çıkmakta olan Hüsün ve Şiir dergisinin ismi kil Koyuncu'nun istek ve ısrarı üzerine Genç Kalemler'e çevrildikten sonra 11 Nisan 1911'de Ömer Seyfettin'in "Yeni Lisan" isimli ilk başyazısı imzasız olarak yayımlanır. Genç Kalemler yazı heyetini oluşturanlar Balkan Savaşının başlaması üzerine zarurî olarak dağılırlar. Ömer Seyfettin yeniden orduya çağrılır, hatta esir düşer. Nafliyon'da geçen esaret hayatı sırasında sürekli okur. "***", "Mehdi", "Hürriyet Bayrakları" gibi hikâyelerini bu yıllarda yazar. Bu hikâyeler Türk Yurdu'nda yayımlanır. Esareti süresince gerek okuyarak, gerekse yaşayarak yazarlık hayatı için önemli olacak tecrübeler kazanır. Ömer Seyfettin 1913'te esaret hayatı bitince İstanbul'a döner. Bir süre sonra da Türk Sözü dergisinin başyazarlığına getirilir. Burada Türkçü düşüncenin sözcülüğünü yapan yazılar yazar. 1914 yılında Kabataş Sultanisi'nde öğretmenlik görevine başlar ve bu görevini ölümüne kadar sürdürür. 1915'te İttihat ve Terakki Fırkası ileri gelenlerinden Doktor Besim Ethem Bey'in kızı Calibe Hanım'la evlenir. Bu evlilik Güner isimli bir kız çocuğuna rağmen bozulur. Yazar tekrar yalnızlığına döner. 1917'den ölüm tarihi olan 6 Mart 1920'ye kadar geçen zaman birçok acı ve sıkıntıya rağmen verimli bir hikâyecilik dönemini içine alır. Yeni Mecmua, Şair, Donanma, Büyük Mecmua, Yeni Dünya, Diken, Türk Kadını gibi dergilerle Vakit, Zaman ve İfham gazetelerinde hikâye ve makaleleri yayımlanır. Hastalığı 25 Şubat 1920'de artar, 4 Mart'ta hastahaneye kaldırılır. Türk hikâyeciliğinin bu unutulmaz ismi 6 Mart 1920'de hayata gözlerini yumar. Önce Kadıköy Kuşdili Mahmut Baba Mezarlığı'na defnedilir. Daha sonra mezarı buradan yol geçeceği veya tramvay garajı yapılacağı gerekçesiyle 23 Ağustos 1939'da Zincirlikuyu Asri Mezarlığı'na nakledilir. Ömer Seyfettin Türk edebiyatının en önemli yazarlarından biridir. Otuz altı yıl gibi kısa bir ömüre çok sayıda eser sığdıran Ömer Seyfettin Türk fikir ve edebiyat alanına silinmez izler bırakmıştır. Eserleri Tarih Ezelî Bir Tekerrürdür (1910) Harem (1918) Efruz Bey (1919) Kahramanlar, Bomba, Harem, Yüksek Ökçeler, Yüzakı, Yalnız Efe, Falaka, Aşk Dalgası, Beyaz Lale, Gizli Tatbikat, Kaşağı . | |
| | | 5414 Moderatör
Mesaj Sayısı : 466 Rep Gücü : 740 Başarı Sistemi : 1 Yaş : 26 Cinsiyet : Kayıt tarihi : 21/06/11 Lakap : ŞUŞU Zodyak : çin astrolojisi : Doğum tarihi : 06/08/97 Nerden : diyarbakır İş/Hobiler : bisiklet sürmek ve kitap okumak Yorum : eger bu iki hobimide iyi birşekilde yaparsam hem elimi iyileştiriyim hemde okumamı
| Konu: Geri: ÖMER SEYFETTİN Paz Şub. 26, 2012 4:19 pm | |
| KAŞIĞI Kardeşimle ahırın avlusunda oynarken aşağıda, gümüş söğütler altında görünmeyen derenin hüzünlü şırıltısını işitirdik. Evimiz iç çitin büyük kestane ağaçları arkasında kaybolmuş gibiydi. Annem, İstanbul’a gittiği için benden bir yaş küçük olan kardeşim Hasan’la artık Dadaruh’un yanından hiç ayrılmıyorduk. Bu, babamın seyisi, yaşlı bir adamdı. Sabahleyin erkenden ahıra koşuyorduk. En sevdiğimiz şey atlardı. Dadaruh’la birlikte onları suya götürmek, çıplak sırtlarına binmek, ne doyulmaz bir zevkti. Hasan korkar, yalnız binemezdi. Dadaruh onu kendi önüne alırdı. Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak, gübreleri kaldırmak eğlenceli bir oyundan daha çok hoşumuza gidiyordu. Hele tımar. Bu en zevkli şeydi. Dadaruh eline kaşağıyı alıp işe başladı mı, tıkı… tık… tıkı… tık… tıpkı bir saat gibi… yerimde duramaz, - Ben de yapacağım! diye tuttururdum. O vakit Dadaruh, beni Tosun’un sırtına koyar, elime kaşağıyı verir, - Hadi yap! derdi. Bu demir gereci hayvanın üstüne sürter, ama o uyumlu tıkırtıyı çıkaramazdım. - Kuyruğunu sallıyor mu? - Sallıyor. - Hani bakayım?.. Eğilirdim, uzanırdım. Ama atın sağrısından kuyruğu görünmezdi. Her sabah ahıra gelir gelmez, - Dadaruh, tımarı ben yapacağım, derdim. - Yapamazsın. - Niçin? - Daha küçüksün de ondan… - Yapacağım. - Büyü de öyle. - Ne zaman? - Boyun at kadar olduğunda…. At, ahır işlerinde yalnız tımarı beceremiyordum. Boyum atın karnına bile varmıyordu. Oysa en keyifli, en eğlenceli şey buydu. Sanki kaşağının düzenli tıkırtısı Tosun’un hoşuna gidiyor, kulaklarını kısıyor, kuyruğunu kocaman bir püskül gibi sallıyordu. Tam tımar biteceğine yakın huysuzlanır, o zaman Dadaruh, “Höyt..” diye sağrısına bir tokat indirir, sonra öteki atları tımara başlardı. Ben bir gün yalnız başıma kaldım. Hasan’la Dadaruh dere kenarına inmişlerdi. İçimde bir tımar etmek hırsı uyandı. Kaşağıyı aradım, bulamadım. Ahırın köşesinde Dadaruh’un penceresiz küçük bir odası vardı. Buraya girdim. Rafları aradım. Eyerlerin arasına falan baktım. Yok, yok! Yatağın altında, yeşil tahtadan bir sandık duruyordu. Onu açtım. Az daha sevincimden haykıracaktım. Annemin bir hafta önce İstanbul’dan gönderdiği armağanlar içinden çıkan fakfon kaşağı, pırıl pırıl parlıyordu. Hemen kaptım. Tosun’un yanına koştum. Karnına sürtmek istedim. Rahat durmuyordu. - Sanırım acıtıyor? dedim. Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine baktım. Çok keskin, çok sivriydi. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başladım. Dişleri bozulunca yeniden denedim. Gene atların hiçbiri durmuyordu. Kızdım. Öfkemi sanki kaşağıdan çıkarmak istedim. On adım ilerdeki çeşmeye koştum. Kaşağıyı yalağın taşına koydum. Yerden kaldırabildiğim en ağır bir taş bularak üstüne hızlı hızlı indirmeye başladım. İstanbul’dan gelen, üstelik Dadaruh’un kullanmaya kıyamadığı bu güzel kaşağıyı ezdim, parçaladım. Sonra yalağın içine attım. Babam, her sabah dışarıya giderken bir kere ahıra uğrar, öteye beriye bakardı. Ben o gün gene ahırda yalnızdım. Hasan evde hizmetçimiz Pervin’le kalmıştı. Babam çeşmeye bakarken, yalağın içinde kırılmış kaşağıyı gördü; Dadaruh’a haykırdı: - Gel buraya! Soluğum kesilecekti, bilmem neden, çok korkmuştum. Dadaruh şaşırdı, kırılmış kaşağı ortaya çıkınca, babam bunu kimin yaptığını sordu. Dadaruh, - Bilmiyorum, dedi. Babamın gözleri bana döndü, daha bir şey sormadan, - Hasan dedim. - Hasan mı? - Evet, dün Dadaruh uyurken odaya girdi. Sandıktan aldı. Sonra yalağın taşında ezdi. - Niye Dadaruh’a haber vermedin? - Uyuyordu. - Çağır şunu bakayım. Çitin kapısından geçtim. Gölgeli yoldan eve doğru koştum. Hasan’ı çağırdım. Zavallının bir şeyden haberi yoktu. Koşarak arkamdan geldi. Babam pek sertti. Bir bakışından ödümüz kopardı. Hasan’a dedi ki: - Eğer yalan söylersen seni döverim! - Söylemem. - Pekâlâ, bu kaşağıyı niye kırdın? Hasan, Dadaruh’un elinde duran alete şaşkın şaşkın baktı! Sonra sarı saçlı başını sarsarak, - Ben kırmadım, dedi. - Yalan söyleme, diyorum. - Ben kırmadım. - Doğru söyle, darılmayacağım. Yalan çok kötüdür, dedi. Hasan inkârda direndi. Babam öfkelendi. Üzerine yürüdü “Utanmaz yalancı” diye yüzüne bir tokat indirdi. - Götür bunu eve; sakın bunu bir daha buraya sokma. Hep Pervin’le otursun! diye haykırdı. Dadaruh, ağlayan kardeşimi kucağına aldı. Çitin kapısına doğru yürüdü. Artık ahırda hep yalnız oynuyordum. Hasan evde hapsedilmişti. Annem geldikten sonra da bağışlanmadı. Fırsat düştükçe, “O yalancı” derdi babam. Hasan yediği, tokat aklına geldikçe ağlamaya başlar, güç susardı. Zavallı anneciğim benim iftira atabileceğime hiç ihtimal vermiyordu. “Aptal Dadaruh, atlara ezdirmiş olmasın?” derdi. Ertesi yıl annem, yazın gene İstanbul’a gitti. Biz yalnız kaldık. Hasan’a ahır hâlâ yasaktı. Geceleri yatakta atların ne yaptıklarını tayların büyüyüp büyümediğini bana sorardı. Bir gün birdenbire hastalandı. Kasabaya at gönderildi. Doktor geldi. “Kuşpalazı” dedi. Çiftlikteki köylü kadınlar eve üşüştüler. Birtakım tekir kuşlar getiriyorlar, kesip kardeşimin boynuna sarıyorlardı. Babam yatağın başucundan hiç ayrılmıyordu. Dadaruh çok durgundu. Pervin hüngür hüngür ağlıyordu. - Niye ağlıyorsun? diye sordum. - Kardeşin hasta. - İyi olacak. - İyi olmayacak. - Ya ne olacak? - Kardeşin ölecek! dedi. - Ölecek mi? Ben de ağlamaya başladım. O hastalandığından beri Pervin’in yanında yatıyordum. O gece hiç uyuyamadım. Dalar dalmaz, Hasan’ın hayali gözümün önüne geliyor “İftiracı! İftiracı!” diye karşımda ağlıyordu. Pervin’i uyandırdım. - Ben Hasan’ın yanına gideceğim, dedim. - Niçin? - Babama bir şey söyleyeceğim. - Ne söyleyeceksin? - Kaşağıyı ben kırmıştım, onu söyleyeceğim. - Hangi kaşağıyı? - Geçen yılki. Hani babamın Hasan’a darıldığı… Sözümü tamamlayamadım. Derin hıçkırıklar içinde boğuluyordum. Ağlaya ağlaya Pervin’e anlattım. Şimdi babama söylersem, Hasan da duyacak belki beni bağışlayacaktı. - Yarın söylersin, dedi. - Hayır,. şimdi gideceğim. - Şimdi baban uyuyor, yarın sabah söylersin. Hasan da uyuyor. Onu öpersin, ağlarsın, seni bağışlar. - Pekala! - Haydi şimdi uyu! Sabaha kadar gene gözlerimi kapayamadım. Hava henüz ağarırken Pervin’i uyandırdım. Kalktım. Ben içimdeki zehirden vicdan azabını boşaltmak için acele ediyordum. Yazık ki, zavallı suçsuz kardeşim, o gece ölmüştü. Sofada çiftlik imamıyla Dadaruh’u ağlarken gördük. Babamın dışarıya çıkmasını bekliyorlardı
YAZARIN EN ÇOK OKUNULAN HİKAYESİ.....
HİKAYEYİ OKUYUP BEĞENMENİZ DİLEĞİYLE İYİ OKUMALAR... | |
| | | Livâ-ül Hamd Moderatör
Mesaj Sayısı : 1165 Rep Gücü : 1228 Başarı Sistemi : 7 Yaş : 34 Cinsiyet : Kayıt tarihi : 07/09/10 Lakap : Livâ-ül Hamd Zodyak : çin astrolojisi : Doğum tarihi : 18/01/90 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : Öğrenci Yorum : MÜJGAN ABLAM SENİ ÇOOOK SEVİYORUM!! <3
"DURU MELEĞİM" <3
"AŞK-I MÜJGAN" <3
"ŞEHİT Mİ OLDU ASKER, CENNET KOKTU DA HER YER" <3
NECİP FAZIL KISAKÜREK <3
| | | | Mehmettoprak Administator
Mesaj Sayısı : 282 Rep Gücü : 300 Başarı Sistemi : 12 Yaş : 36 Cinsiyet : Kayıt tarihi : 22/12/11 Zodyak : çin astrolojisi : Doğum tarihi : 27/02/88 Nerden : Diyarbakır İş/Hobiler : Öğrenci
| Konu: Geri: ÖMER SEYFETTİN Perş. Tem. 05, 2012 9:25 pm | |
| Yıkık Han
Yaklaşırken yanımdaki kılavuz, "Yok" diyordu "burada kimse, durmayalım, bu bir yıkık binadır!" Yaklaşınca durdum baktım içerisi tam takır, Koca zaman sert eliyle ezmiş idi bu yurdu.
Ruhuma bir acı, sessiz, garip elem duyurdu, Etrafında gördüğüm o baldıranlar, o katır Tırnakları, o kamışlar, o çalılar... Bir ağır Hasta gibi hepsi sanki baygın uyurdu.
Sonumuzu, akibeti düşünmeye başladım: "Niçin böyle yürüyeyim, üzüleyim her adım, "Şu hiçliğe bile bile gidiyorken..." diyerek
Dalıyorum, bir koğuktan beklenilmez bir uçuş, Bir kahkaha koptu: "Yürü, yaşayana yol gerek..." Dedi sandım üzerimden gelip geçen bu baykuş... | |
| | | Livâ-ül Hamd Moderatör
Mesaj Sayısı : 1165 Rep Gücü : 1228 Başarı Sistemi : 7 Yaş : 34 Cinsiyet : Kayıt tarihi : 07/09/10 Lakap : Livâ-ül Hamd Zodyak : çin astrolojisi : Doğum tarihi : 18/01/90 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : Öğrenci Yorum : MÜJGAN ABLAM SENİ ÇOOOK SEVİYORUM!! <3
"DURU MELEĞİM" <3
"AŞK-I MÜJGAN" <3
"ŞEHİT Mİ OLDU ASKER, CENNET KOKTU DA HER YER" <3
NECİP FAZIL KISAKÜREK <3
| Konu: Geri: ÖMER SEYFETTİN C.tesi Ağus. 04, 2012 6:26 pm | |
| Çok güzel ellerinize sağlık Mehmet Bey teşekkürler. | |
| | | | ÖMER SEYFETTİN | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |